17 Şubat 2017 Cuma

Herkese merhaba, bir kaç günlük aradan sonra tekrar bloglamaya devam ediyorum. Bugün sizlere, Diriliş Ertuğrul dizinde sürekli ismini duyduğumuz ancak daha ekranda karşılaşamadığımız Alaüddin Keykubad'dan bahsedeceğim.


Alaüddin Keykubad

Alaaddin Keykubad


Anadolu Selçuklu Devleti'ninen büyük sultanlarından, ismi Keykubad, lakabı Alaüddin, ünvanı ise Sultan-ül-alem, Sultan-ül a'zam idi. Sultan Gıyaseddin Keyhüsrev'in oğlu olup doğum tarihi net bilinmektedir. Bazı kaynaklarda babasının meliklik devrinde 1186-1192 Uluborlu da yahut 1192-1196 yıllarında  Konyada doğması ihtimal dahilindedir. Her Sultan ve Şehzade gibi iyi bir şekilde büyütülür yetiştirilir. Türk-İslam ananesine göre Emir Seyfeddin Ay-aba ve Emir Bedreddin Gevhertaş(Dizdar) kendisine Atabek tayin edildi.İşinin ehli olan Atabekleri onun alimlerden akli ve nakli ilimler ile kitabet ve edebiyat öğrenmesine, büyük ihtimam gösterirler. Şehzade Alaüddin Türkçe, Farsça,Rumca ve Arapça öğrendi. Yüksek İslam ilimleri ve astronomi alanında dersler aldı.Babası Sultan Gıyaseddin'in tahtan ayrılması "1196" senesinde Konya'dan Çukurova'ya gelip Sis (Kozan) de kalması üzerine maceralı bir hayat sürmeye başladı. Elbistan, Malatya, Haleb, Amidve Ahlat'a gitti. Babası ile gittikleri şehirlerde çok iyi karşılandılar.Bu şehirlerin hakimleriAnadolu Şelçuklu Sultanı II. Rükneddin Süleyman Şah'a tabi oldukları için sabık hükümdar Gıyaseddin ve ailesinin yanlarından kalmalarından fazla çekiniyorlardı. Daha sonra eski Sultan ailesini de alarak Karadeniz yolu ile Konstantinopolis'e geçtiler.Haçlıların 1204'de bu şehiri işgali üzerine bütün aile tekrar Anadolu'ya geçer. Babası uçbeyleri'nin çağrısı ile tekrar hükümdar olunca (1205) Konya'ya doğru harekete geçen babası geçişine izin vermesi için İznik Rum imparatoru I.Teodor Laskaris ile bir anlaşma yapar.Bu anlşama ile Ladi, Honaz ve bazı kaleleri bırakmayı kabul ettiğinde kaleler teslimedilene kadar onu ve ağabeyi İzzeddin Keykavusu İznik'de rehin bırakır.İki kardeş bir süre burada tutsak kalsalar da daha sonradan Hacip Zekeriya'nın yardımı ile kaçıp Konya'ya geçerler.Şehzade Alaüddin Tokat merkez olmak üzere Danişmend mülküne Melik (Hükümdar,kral ve bir şehir veya bölgenin idaresi ile görevli hanedan mensubu yüksek devlet görevlileri için kullanılan ünvan) tayin edilir. Adına hutbe okutup para kestirilir. Melikliği tam 7 yıl sürer.Babasının vefatı üzerine saltanatı ağbeyi İzzeddin Keykavus devir alır.Saltanatı ele geçirmek için harekete geçen Şehzade Alaüddin amcası Erzurum Meliki Muggiseddin Tuğrul Şah, uçbeyi Danişmedli Zahireddin ve ErmeniLeon'dan aldığı kuvvetler ile Kayseri'yi muhasara etti.Ermeniler Sultan İzzeddin ile anlaşıp desteklerini çekince bir tertibe maruz kalmamak için Ankara'ya çekilir (1211).Bu şehirin kale ve surlarını tahkim ettirdi 1 yıl bu kalede kaldı. Ağbeyi Sultan İzzeddin 'in şehri muhasarasına engel olmaya çalışsa da Sultanın adamları tarafından yakalanır.Sultanın hocası Şeyh Mecdüddin İshak Efendi'nin araya girip Sultandan ricacı olması ile katledilmeyip, Malatya'ya gönderildi. Malatya yakınlarında bulunan Minşar ( Masara) ve daha sonra Kezirpet kalesine hapsedilip, 1220 senesine kadar burada kalır.Sultan İzzeddin Keykavus'un oğlu olmadığından, yüksek meziyetlerini her zaman taktir ettiği kardeşinin ölümünden sonra tahta geçmesini vasiyet eder.Bunun üzerine Beylerbeyi Seyfeddîn AyabaEmîr-i Âhûr Zeyneddîn BeşâraEmîr-i Meclis Mübârizeddîn Behramşâh ve Bahâeddîn Kutluğca gibi devlet adamları ve komutanlar, Kezirpert Kalesi’nde tutuklu bulunan Alaüddin Keykubad-ı tahta çıkarma kararı aldı. Kimi kaynaklara göre İzzeddin Keykavus ölüm döşeğinde iken Alaüddin Keykubad-ı çağırtarak varis ilan etmiştir.Yeni hükümdarı tutuklu bulunduğu yerden çıkarıp Konya’ya getirme görevi Seyfeddin Ayaba’ya verildi. Böylece İzzeddin Keykâvus’un yüzüğünü yanına alan Emîr Seyfeddin Ayaba, Alâeddin Keykubâd'ı, tutuklu bulunduğu Kezipert kalesinden çıkararak Sivas'a getirdi. Melik Alâeddin Keykubâd Sivas'ta tahta çıkartıldı. Ardından Konya yolunu tutan Alaeddin Keykubad’a Kayseri, Akşehir ve Konya'da muhteşem karşılama törenleri yapıldı.Alimler, Beyler ve Devlet ricali, önünde toplanarak bi'at yemini ettiler.Abbasi Halifesi Nâsır, İslam filozoflarından Şihabeddin Sühreverdî ile menşur, hil‘at, çetr ve diğer saltanat alâmetlerini göndererek hükümdarlığını tasdik etmiştir.





















Alaaddin Keykubad tahta çıktığında ilk işi Asya'yı ve Doğu Avrupa'yı kasıp kavurmakta olan Moğol istilasına karşı önlemler almak oldu. Konya, Kayseri ve Sivas gibi şehirlerin surlarını ve sınır kalelerini yeniden inşa ettirdi. Bağdat’ı Moğollar’a karşı savunmak için asker talep eden Abbasi halifesine Bahâeddin Kutluğca kumandasında beş bin kişilik bir kuvvet gönderdi. Moğollar’ın Bağdat’ı istila etmekten vazgeçmesi üzerine bu birlik geri gönderilmiştir.

Alaiye’nin fethi;
Yazı Kayseri’de geçirdikten sonra "Kalonoros" adıyla bilinen ve Kilikya Ermeni Krallığı'na bağlı olan Kyr Vart adlı şahsın yönetiminde bulunan Alanya Kalesi üzerine seferine çıktı. Ordusu ve Antalya'dan gelen deniz kuvvetleri ile kış mevsiminde kaleyi kuşattı. İki aylık kuşatmanın sonunda kale teslim oldu. Yapılan anlaşmaya göre Sultan Alâeddin kaleyi teslim alarak Kyr Vart'ın kızı ile evlenecek, ona Alanya’ya karşılık Akşehir beyliği ve birkaç köyün mülkiyeti verilecekti. Böylece Sultan Akdeniz sahilindeki bu kaleye kendi adına nisbetle "Alâiye" denilmesini, yeniden imarını ve burada bir tersane inşasını emretti (1221). Kyr Vart’ın kızı ile düğün yaptı. Tarihe Mahperi Sultan (Hunat Hatun) olarak geçen Hristiyan eşinden oğlu II. Gıyaseddin Keyhüsrev dünyaya gelmiştir.Sultan, Alaiye’nin fethinden sonra kışı geçirmek üzere Antalya'ya gitti; yolculuk esnasında Kyr Vart'ın kardeşinin idaresindeki Alara Kalesi de fethedildi.
Antalya’dan Kayseri’ye döndükten sonra babası I. Gıyaseddin Key-hüsrev ve ağabeyi I. İzzeddin Keykâvus zamanından kalan tecrübeli ve yaşlı devlet adamlarından kurtulmanın yolunu aradı. Aralarında Seyfeddin Ay Aba, Zeyneddin Başare, Mübarezeddin Behramşah ve Bahaeddin Kutluğca gibi emirler bulunan bu devlet adamları, servet ve saltanatta Sultan'ı gölgede bırakıyorlar ve bu durum iki taraf arasında da gizliden kuşku ve şikâyetlere sebep oluyordu.Hokkabaz Oğlu Seyfeddin ve annesinden akrabası Emir Komnenos’dan yardım alan Keykubad, cezalandıracağı emirleri sarayına davet etti; yakalatıp hapsettiği emirlerin çoğunu idam ettirdi. Daha sonra ortadan kaldırılan emirlerin yakınları olan ikinci derecedeki amirleri sürgün ettirdi. Eyyûbîler’e sığınan bu kişiler, Eyyûbî Hükümdarı Melik Eşref’in ricası ile ülkeye geri dönebildiler.
Ermenilere karşı sefer;
Ticaret yollarının güvenliğine büyük önem veren Keykubad, Antalya ve Çukurova'da saldırıya uğrayıp soyulan tacirlerin Kayseri'ye gelip Keykubad'ın huzuruna çıkarak şikayette bulunmaları üzerine yeni bir sefere karar verdi. Aynı dönemde Antakya Haçlı Princepsi IV. Boemondo, veraset meselesi yüzünden mücadele halinde olduğu Ermeniler’e karşı işbirliği teklifinde bulunmuştu. Keykubad, bu teklifi kabul ettiğini Antakya Princepsine bildirdikten sonra, Selçuklu kuvvetlerini üç koldan bölgeye sevk etti. Haleb Eyyûbi meliki el–Melikü’z–Zahir’in gönderdiği kuvvetlerle gücü artan Keykubad, Ermeni topraklarına girdi. Antalya Sübaşısı Mübarizeddin Ertokuş, sahilden ilerleyerek Manavgat ve Anamur başta olmak üzere 40 kaleyi fethederek Silifke'ye kadar ilerledi. Karadan taarruz eden diğer Selçuklu kuvvetleri iki koldan ilerledi. Selçuklu ordusunun İçel, Silifke ve Çınçın kalesini (Maraş) ele geçirmesi ile çok zor durumda kalan Ermeni Kralı Hetum, Keykubad’a elçi göndererek barış isteyince kralın teklifini kabul etti. Yeni anlaşma ile Ermeniler, "her sene bin süvari ve beş yüz çarkçı neferi harp hizmetine göndermeyi, 1218 yılında yapılan antlaşma da belirlenen haracı iki misline, yani 40 bin dinara çıkarmayı ve Ermenilerin keseceği sikkede Sultanın adının da bulunması şartlarını kabul etmek zorunda kalmış ve yeniden Selçukluların tâbii olmuşlardır.
Bu sırada Artuklulardan Diyarbekir hükümdarı olan Mes’ud’un Keykubad adına okunan hutbeyi kaldırması üzerine buraya Mubarezeddin Çavlı kumandasında bir ordu gönderdi. Bu ordu, Mesud’un ordusunu yendi ve Çemişgezek gibi bazı kaleleri ele geçirdi. Ayrıca, Eyyûbî hükümdarı Melik Eşref’in yardımcı olarak gönderdiği kuvvetleri de bozguna uğrattı. Moğol istilasına karşı önlem olarak Eyyûbiler ile iyi geçinmek isteyen Keykubad, esir aldığı Eyyûbî kumandanlarını serbest bıraktı ve onlarla akrabalık kurmak amacıyla 1227 yılında Eyyûbî meliklerinden Muazzam Şerefeddin Îsâ’nın kızı ile siyasi bir evlilik yaptı. Karşılıklı hediye alışverişi, törenler ve düğün Şam’da başlayıp Malatya ve Kayseri’de devam etti.Tarihe Melike Âdile (ya da Gaziye Hatun) olarak geçen ikinci eşinden iki oğlu dünyaya gelmiştir.



Suğdak Seferi
Sultan Alaeddin, Trabzon Rum İmparatorluğunun gücünü kırmak için Sinop’ta bir donanma inşa ettirdi. Karşı kıyıdaki Sudak, 1223’te Moğollar tarafından istila edilmiş ve halkın bir kısmı Selçuklulara sığınmıştı. Trabzon Rum İmparatorluğu’nun durumu fırsat bilerek Sudak Limanı’nı elde etmeye çalıştıklarını öğrenen Keykubad, Kastamonu emiri Hüsameddin Çoban’ı Karadeniz donanmasıyla Kırım Seferine memur etti. Emir Çoban Sudak’ı fethedip (1227) şehirde bir cami inşa ettirdi ve askerlerini yerleştirdiği bir garnizon kurdu. Ruslar Suğdak’ın Selçuklu hakimiyeti altına girmesini tanımak zorunda kaldılar. Buradaki Selçuklu hâkimiyeti uzun sürmemiş, muhtemelen 1239 yılında tekrar Suğdak’a gelen Moğollar burayı ele geçirmişlerdir.

Doğu Anadolu Beylikleri üzerine sefer

Keykubad, Moğol tehlikesine karşı doğu sınırlarını güçlendirmek için Erzurum ve Erzincan'daki beylikleri ortadan kaldırarak doğrudan Anadolu Selçuklu Devleti'ne bağlamak istiyordu. 1228’de Mengüçlü Beyliği’ni ortadan kaldırdı. Divriği hariç bütün Mengücüklü ülkesini Selçuklu topraklarına kattı. Oğlu Gıyâseddin Keyhusrev’i Mengücük iline melik olarak gönderdi; Antalya subaşısı Mübârizüddin Ertokuş’u da ona atabeg tayin etti. Erzurum Beyi Cihanşah'ın Eyyûbîler ile birleşmesi üzerine Erzurum seferi ertelendi.

Trabzon’un kuşatılması

Sultan Keykubad Erzincan’da iken Trabzon Rumları’nın Selçuklular’ın elinde bulunan Karadeniz kıyılarını yağmaladıkları haberini aldı. Oğlu Gıyâseddin Keyhusrev'i Trabzon’un fethine gönderdi. Mübârizüddin Ertokuş kumandasındaki Selçuklu ordusu Trabzon’u kuşattı. Fakat günlerce yağan yağmur ve şiddetli rüzgâr Selçuklu ordusunun dağılmasına sebep oldu. Gıyâseddin Keyhusrev Rumlar tarafından esir alındı. İmparator Andronikos kendisine saygılı davrandı ve onu fazla bekletmeden babasına gönderdi.


Yassıçemen Savaşı (Yassı Çemen Muharebesi)

Moğollar önünden kaçan Celaleddin Harzemşah, Azerbaycan’a yerleşip Tebriz şehrini başkent yapmıştı. (1225). Başlangıçta Anadolu Selçukluları ile iyi ilişkiler kurdu ancak 1229’da Celaleddin Harzemşah’ın Eyyûbîler’e ait Harput’u kuşatması ve Erzurum meliki Cihanşah’ın ona tabi olması ile dostluk bozuldu. Alâeddin Keykubad, Celaleddin Harzemşah’tan, bu teşebbüsünden vazgeçmesini istedi; Moğol tehlikesi karşısında birlik olmak gerektiğini ifade eden bir mektupla elçi gönderdi. Harzemşah’ın bu uyarıları dinlemeyip Ahlat’ı ele geçirmesi ve arkasından da Selçuklular üzerine harekete hazırlanması üzerine Keykubad bu defa onun karşısında birlik sağlamak için Eyyûbî hükümdarlarına elçi gönderdi. Nihayet Harzemşah üzerine yürüyen Alâeddin Keykubad, Sivas yakınında Eyyûbî Hükümdarı Melik Eşref’le buluştu. Birleşen iki ordu, Harzemşah’ın ordusu ile Yassıçemen’de karşılaştı 10 Ağustos 1230’daki savaş Harzemşahlar çok büyük yenilgiye uğradı.
Bu savaştan sonra Harzemşahlar tarih sahnesinden silinirken Keykubad, Erzurum’u kolayca ele geçirdi. Ahlat hakimiyet menşurunu Melik Eşref’e verdi. Alaeddin Keykubat saltanatının en büyük hatası Celalettin Harzemşah'la savaşmasıdır. Türk ve Müslüman devletler arasında vuku bulan bu savaşlar, Anadolu'ya doğru harekete geçen Moğolların işini kolaylaştırmaktan öte bir işe yaramadı. Bilhassa Hazremşahlar'ın gücünün kırılması, Moğollar önünde durabilecek önemli bir kuvvetin ortadan kalkmasına sebep oldu.

Doğu Anadolu’da Moğol saldırıları

Yassıçemen savaşından sonra Cormagon Noyan komutasında Moğollar Sivas’a kadar gelerek, buraları yakıp yıktılar. Selçuklu kuvvetleri, Moğolları Erzurum’a kadar takip ettiyse de yetişemedi. Bu Moğol akınının, Gürcü kraliçesi Rusudan'ın tahrikiyle meydana geldiğinin anlaşılması üzerine, Gürcistan’a sefer düzenlendi. Gürcülerle yapılan savaşlarda, Gürcü kuvvetleri bozguna uğratıldı ve yapılan anlaşmayla Gürcistan’da bazı kaleler, Anadolu Selçuklu Devleti'ne bırakıldı. Anlaşmanın bir maddesine göre Kraliçe, kızını Sultan’ın oğlu II. Gıyaseddin Keyhüsrev’e veriyordu.

Eyyûbîlerle ilişkiler ve Harput Artuklu kolunun yıkılması

Moğol tehlikesini gören Alaeddin Keykubad, doğu sınırlarını sağlamlaştırdı. Moğol akınları yüzünden Eyyûbîler Ahlat bölgesini terk etmişlerdi. Keykubad’ın görevlendirdiği Kemaleddin Kamyar, Ahlat bölgesinde başıboş dolaşan Harezmli askerlerin Selçuklu hizmetine girmesini sağladı. Kaleler onarıldı, Ahlat büyük bir subaşılığın merkezi oldu. Ancak Ahlat’ın Selçuklu idaresine girmesi, Eyyubîlerle ilişkilerin bozulmasına yol açtı. Mısır hükümdarı Melik Kamil’in emrindeki 100 bin kişilik ordu Anadolu’ya doğru ilerledi. Halep-Kayseri kervan yolunu takip eden bu ordu durdurulunca Eyyûbîler bu defa Adıyaman üzerinden Harput’a geldiler; Torosların güneyinde yenilgiye uğradılar (1234) ve Harput Kalesi’ni Selçuklular teslim aldı. Böylece Harput Artuklu kolu sona ermiş oldu; Melik Kamil Mısır’a döndü.
Alaadin Keykubad ertesi yıl orduyu yine Kayseri’de Meşhed ovasında toplayıp Eyyubiler üzerine yürümek için Malatya’ya geldi. Kemalaeddin Kamyar komutasındaki ordu Siverek, Urfa, Harran ve Rakka’yı ele geçirdikten sonra kış yaklaştığı için geri döndü. Ancak Melik Kamil fethedilen yerleri dört ay içinde geri aldığı gibi Selçuklular’a destek vermiş olan Mardin Artuklu Hükümdarının ülkesini de istila etti. Buna karşılık Selçuklu ordusu Âmid’i kuşatmış (1236); bu sırada Selçuklu ordusunda yer alan Kayır Han kumandasındaki Hârezmli askerler Mardin ve Musul Eyyûbîleri’nin hâkim olduğu beldeleri yağmalamışlardır. Ne var ki Selçuklu ordusu Âmid’in sağlam surları karşısında başarılı olamadı ve geri çekilmek zorunda kaldı.
Âmid'i almak arzusundan vazgeçmeyen Sultan Alâeddin Keykubad, 1237 baharında bütün ordusunu Kayseri’de topladı; amacı Eyyûbîler’i Güneydoğu’dan tamamıyla çıkarmaktı. O, orduyu toplamakla meşgulken Moğol Büyük Kağanı Ögeday’ın elçileri geldiler. Alaaddin, Ögeday’ın cihan hakimiyetini kabul ederek ona hediyeler gönderdi. Böylece Anadolu’yu Moğol istilasından kurtardı.

Ölümü

Amid seferi için hazırlıklara devam ederek Hârzemli, Ermeni, Rum, Gürcü, Frank, Rus, Kıpçak ve Kürtlerden oluşan ordusuna Kayseri'nin Meşhed ovasında bir resmi geçit yaptırdı. Büyük oğlu Gıyâseddin Keyhusrev’i eskisi gibi Erzincan meliki olarak bıraktı; küçük oğlu İzzeddin Kılıç Arslan'ı veliaht ilan ederek ve bütün devlet ileri gelenlerine bu veliahtlığı kabul için yemin ettirdi. Ramazan Bayramı'nın üçüncü günü Kayseri’de huzurunda bulunan yabancı elçiler için büyük bir ziyafet verdi ve bu ziyafette yediği kuş etinden zehirlenerek o gece öldü (31 Mayıs 1237).[3] Oğlu Gıyâseddin Keyhusrev tarafından zehirlendiği ileri sürülmüştür.Sultan Mesud (1116-1157) tarafından zamanında Alâeddîn tepesinde yaptırılmış olan ve “Kümbed-hâne” adı ile anılan anıt mezarda defnedilmiştir.
VASIFLARI;
Alaeddin Keykubad, büyük bir siyasetçi ve asker olduğu kadar da ilim adamıydı. Âlimleri sarayında toplar, onları korurdu. Necmeddîn Dâye, Ahmed bin Mahmudi Tûsî el-Kâniî, Ahi Evren gibi dönemin pek çok önemli siması onun saltanatının ve kişiliğinin özellikleri nedeniyle yaşamak için Anadolu’yu tercih etmişlerdi. Yine Bahaeddin Veled ve sultanın döneminde ve çevresinde yetişen oğlu Mevlânâ Celaleddin-i Rumi ve yine onun döneminde yetişen Sadreddin Konevî Anadolu kültür hayatında büyük öneme kavuşmuşlardır.
Gayet olumlu şartlarda devraldığı ülkeyi on yedi yıllık saltanatı boyunca her yönü ile daha da geliştirerek zirveye taşımayı başarmıştır. Başarısındaki en büyük etkenlerden birisi hiç şüphesiz ticarete verdiği büyük önemdir. Babasının Selçuklu hakimiyeti altına aldığı iki önemli liman şehri olan Antalya (1207) ve Sinop'tan (1214) hareketle ülkesinin sahil şeridini genişletmiş, donanma inşaatına ve ticarete kuzey-güney ekseninin de dahil edilmesine büyük önem vermiştir. Özellikle Alâiye'nin (Alanya) mamur bir Selçuklu limanı haline getirilmesi (1221-1222) ve Kıbrıs Krallığı ve Venedik Cumhuriyeti ile yapılan anlaşmalarla Selçukluların ve onlara tabi tüccarların bölge ticaretindeki konumu son derece güçlenmiştir.
Alâeddîn Keykubad’ın Müslüman tebasının yanı sıra gayrimüslim tebası ile ilişkileri de her zaman iyi olmuştu. Genceli Giragos’un naklettiğine göre, Sultan Yassıçimen Savaşı'ndan dönerken Kayseri’ye yaklaşınca Müslümanlar imamlarıyla, Hristiyanlar da papazlarıyla ve ellerinde haçları ve çalgıları ile Sultanı karşılamaya çıkmışlar, Müslümanlar, Hristiyanları geriye iterek, tebrik ve dostluk dileklerinde ön sırada olmalarına meydan vermek istememişler, Hristiyanlar da bunun üzerine bir tepeye çıkarak bir şekilde kendilerini göstermişlerdir. Hristiyan tebasının ayrı durduğunu farkeden Alâeddîn Keykubad ordugahından kalkıp yanlarına gelmiş ve aralarına karışıp, çalgılarını çalmalarını ve yüksek sesle şarkılarını söylemelerini buyurmuştur.
I. Alaeddin Keykubad'ı, Türkmenler "Uluğ Sultan" ve devrin kaynak yazarı İbn Bibi de, "Uluğ Keykubâd" ad ve unvanı ile anmışlardır.







ESERLERİ;
Saltanatı müddetince Anadolu’da geniş çapta imar hareketlerinde bulundu. Yaptırdığı kervansaray, kale ve sarayların kalıntıları Anadolu’nun çeşitli yerlerinde hala bulunmaktadır. Sultan Alâeddîn Keykubad devri eserleri arasında inşa tarihi tam olarak bilinmeyen iki saraydan biri Kayseri yolu üzerinde bulunan Keykubadiye Sarayı ile Konya-Beyşehir yolu üzerindeki Kubadabad Sarayı’dır. Bunların haricinde bugün izi kalmamış olsa da, vakfiyesi kayıtlarda yer alan Konya Darüşşifası (Darüşşifâ-i Alâiye) da yer almaktadır. Yine bilindiği kadarıyla Konya’daki sağlık tesisleri arasında Sultan Alâeddîn Keykubad tarafından 1236 yılında yaptırılmış bir ılıca da vardır.
Niğde'deki Aladdin Cami, Alaaddin Keykubat adına Beşare Bin Abdullah (İmrahor Zeyneddin Beşare Bey) tarafından yaptırılmıştır.

13 Şubat 2017 Pazartesi

Osmanlıdan Kısa Hikayeler


Herkese merhaba, bugün yeni bir hikaye ile karşınızdayım. Bugün ki hikayemizin kahramanı Yavuz Sultan Selim.Ben fakir için Kahramanlar kahramanı :) İyi okumalar:)



Yavuz Sultan Selim henüz yedi-sekiz yaşlarında bir çocuktu.Amasya'daki sarayın bahçesinde ok talimi yapıyordu. Yay boyunu aşıyordu ama bu yaşta attığını vurmaya başlamıştı.
Babası Sultan Bayezid Han bir ağacın arkasın onu seyrediyordu. Şehzade Selim son okunu da tam hedefe atınca , dayanamayıp; saklandığı yerden çıkıp oğluna sarılır.
"Allah gücüne güç katsın oğlum. Ama niçin yalnızsın?"
Küçük Şehzade hayretle,
"Yalnız değilim ki Sultan Babam; Allah her yerdedir."


Aldığı cevap karşısında Bayezid Han şaşırdı ama belli etmedi. Sarayın bahçesi büyük ağaçlar ile çevrili idi.Ormandan bir farkı yoktu.
"Oğulcuğum" dedi Sultan Bayezid Han."Tek başına buralarda dolaşma. Düşmanlarımız var. Allah esirgesin; sana bir kötülük etmek isteye bilirler."
Şehzade duraksadı sonra 3 yaşından beri yanında taşıdığı küçük kılıcını çekip:"Pederim! Bu kılıcı süs için bağlamadık. İcap ederse kendimizi korumasını biliriz. Hem pederimizin korkusundan dünyanın öbür ucundaki düşmanın yüreği titrerken sarayın bahçesine girmeye kim cesaret eder?"
Bayezid Han hayretle donakalmıştı. Onda kimsede olmayan bir şey vardı. Vaktinden nönce gelişmiş, aklı boyunu aşmıştı. Selim'i elinden tutup, saraya götürürken "Hiç şüphem yok bu çocuk ileride ne yapıp ne edip padişah olacak. Şimdiden onun taht yolunu açmalıyım."
Böyle düşündü ya, gün gelip Şehzade Selim, istediğini aldı ve Osmanoğullarının dokuzuncu Padişahı , İslam Halifelerinin seksen sekizincisi ( aynı zamanda ilk Türk İslam Halifesi) Yavuz Sultan Selim oldu.





Yeni Hikayelerimiz ile devam edeceğiz.


12 Şubat 2017 Pazar

Osmanlıdan Küçük Hikayeler 

Herkese merhaba, bugün sizlere Osmanlı İmparatorluğunda yaşanmış yada hayal ürünü olarak bugünlere kadar gelmiş. Bir kaç hikaye paylaşmak istiyorum. Amacımız tarih ve insanlar olduğu için sıkmadan bunaltmadan başlamak istedim. İyi okumalar :)



Akça Koca

Orhan Gazi otuz üç yaşında beyliğin başına geçti. Tahta çıkar çıkmaz,baba dostlarını davet etti.
Onlarla dertleşecek,nasihat ve dualarını alacaktı.Hepsi bir araya geldiler sohbet ediyorlardı. Osman Gazi'nin ruhu mutlaka onlarla beraberdi. Padişah en yaşlısına sordu:
"Akça Kocam.Seni epeydir göremeyiz,nerelerdesin?"
"Ferman buyur,Orhan'ım."
"Babam dostlarına ferman işler mi Koca Ağam? İrşat ve nasihat dileriz. Bilirsin ya, bizler de atalarımız gibi derviş gazileriz."
"Cümlermizin Sultanısın beyim...Sen hemen emreyle..."
"Bazı küffar beldelerini ıslah dileriz.Fikriniz nedir?"
"Karar senindir ve yerindedir Beyim"
"İzmit tekfuresi Prenses Balakonya ile aranız iyi imiş derler!"
"Öyledir beyim."
Orhan Gazi gülümser,
"Samandra tekfurunu esir ettikten sonra,hakikaten bu prensese sattınız mı?"
"Bir şeyler oldu Beyim."
"Bari yüklüce bir bedel alabildiniz mi?"
"Ne gezer Beyim! Bu kefereler,bizi dünya pazarlığında hep aldatır."
"Aldatan olacağımıza aldanan olalım."
"Doğru dersin Beyim.Zaten bizim hesabımız, gayrı öbür dünya iledir. Hemen Cenab-ı Hak size kuvvet,bizlere de ahiret için hayırlı yolculuk nasip ede."
"Acele etme Akça Ağam. Daha görülecek işlerimiz durur. Sen bu milletin direği,babamız ve dedemiz cennet mekanların has dostusun.Bizden istediğin her ne olursa! Can baş üstüne."
"Hak canını esirgesin.Destur verirsen şu tekfuresi belli İzmit taraflarına sefer dileriz!"
"Destur senindir Koca Ağam."
Orhan Gazi Konur Alp'a döndü:
"Sen ne dersin atam yoldaşı."
"Çok münasiptir Beyim. Bizi de Koca karındaşımdan fazla ayırmazsın inşallah, Gerede taraflarını da bize bağışla."
"Sizler gibi çalışana helal olsun"
"Hizmetlerimiz ve dualarımız sizler için Beyim.
Akbaş Mahmut daha da istekli olarak:
"Bize de Yalova'yı vermez misin Gazi Beyim?
"Verdim gitti."
Akça Koca izin istedi,söz aldı:
"Bilirsin Beyim. Bizler at sırtından inmedik. Güzel Allah'ımız izin verdikçe de inmeyiz. Hak kelamını yüceltmek için,kafire kılıç sallarız. Müminlere yenu yurt açarız."
"Doğru dersin Koca Ağam."
"Lakin fetih diyarları kılıç ile ayakta tutulmaz."
"Belli...Belli..."
"Bizler kılıç kanununu iyi biliriz lakin adaletin inceliklerini az biliriz."
"Evet. Adalet mülkün direğidir."
"Alaaddin Paşa'dan bahsederimsultanım. İlmi,hepimizden fazladır."
"Haklısın Akça Koca Ağam. Sen hemen şu İzmit derdini halletmeye çalış. Alaaddin Paşamı da ötesini de , ondan sonra düşünürüz."



Orhan Gazi'yi dizleri üstüne çökerek selamladırlar.
Helalleştiler ve görev yerlerine, rüzgar gibi uçarak yol aldılar.
"Akça Kocamız sizlere ömür Beyim."
"Haberci sen ne dersin?"
Orhan Gazi beyninden vurulmuşa döner. Haberci ağlıyordu:
"Ayaklarım kırılsaydı da, size bu haberi getirmeseydin. Ama üzerimde emanet var."
"Hemen söyle"
"İzmit'i biz fethedemedik. Cenab-ı Hak, Orhan Gazi Beyimize nasip etsin. Şayet bu kale alınırsa, cümle haklarımız kendisine helal olur" deyip ruhunu teslim etti."
Orhan Gazi o günden sonra sefer hazırlıklarını başlatır.
Hazırlıklar tamamlanıp yola revan olunur.
Yarı yolda, Konur Alp'in de vefat haberi gelmez mi ? Koca Gazi ikinci defa sarsılır. Yaralı bir kartal gibi acele ediyordur. Cennete gider gibi savaşa gidiyordu.İzmit'in kadın tekfuresi Balakonya, Bizans İmparatorunun akrabasıdır. Bu sebeple Konstantinapol ile her türlü silah ve asker yardımı alıyordu. Kılayon isimli erkek kardeşi de, yakınlarındaki Koyun Hisar Kalesi'nin tekfuru idi. Çok gururlu ve şımarıktı.
Fırsat buldukça Kayı obalarına saldırıyor koyun ve keçi sürülerini çalıyordu.
Orhan Gazi nihayet askeri ile İzmit kalesini sardılar. İçerden dışarı dışarıdan içeri gelip giden olamıyor. Kuş dahi kaleden uçamıyordu. Lakin Orhan Gazi çok üzgün ve çok kızgındı. Buna rağmen İslam-Türk civanmertliğini göstermiş Tekfure'ye haber göndermiş.
"Boş yere kan dökülmesin. Gönül hoşluğu ile kaleyi teslim edin. İsteyenler, serbestçe dilediği yere gidebilirler. Kalanlara ise İslam adaleti yetişir. Savaşmayı seçerseniz gari olacakları Yüce Allah bilir.
Kibirli Tekfure bu teklife küstahça cevap verir.
"Bizans İmparatoru akrabamız olur. Yakında yetişeceğini bildirdi.Kaçın ve canınızı kurtarın."
Orhan Gazi bu cevaba güler,
Aykut Alp , Kara Ali adlı gazileri, bir miktar süvari ile Koyun Hisar Kalesi'ne gönderir olur ya Kılayon ablasına yardıma gelirse askeri meşgul edebilirdi.
Aykut Alp ve arkadaşları Koyun Hisar Kalesine varınca birde ne görsün. Kılayon denen kafir zırhını silahını kuşanmış yanında şövalye ve subaylar.Kendilerini görünce, ellerini kollarını sallamaya başladılar ve bağıra çağıra birşeyler anlatmaya başladılar. Kara Ali dillerini bilirdi.
"Gelin gelin. Ölümünüze geldiniz! Sizden sonra o bey bozuntusu Orhan'ı da geberteceğim."Duyduklarını  Aykut Alp'e tercüme etti. İkisi de kıs kıs güldüler.
"Ya Allah. Bismillah" deyip oklarını fırlattılar.
 Her tarafı zıhla kaplı olan tekfurun.Kara Alinin oku tekfurun sol gözüne saplandı. Şımarık tekfur aldığı yara ile kaleden aşağı düştü. Askerler onu hemen Aykut Alp'in önüne getirdi.
"Kesin kellesini."
Buyruk yerine getirildi."Kara Ali,çabuk kelleyi Orhan Beyimize yetiştir. Ola ki bir diyeceği vardır. Biz de şu kaleyi teslim alalım."
Orhan Gazi kesilmiş kelleyi bir mızrak ile kalenin önüne diktirdi.
Balakonya kardeşinin kesik başını görüp korkudan dehşete düştü ve hemen elçileri gönderip barış isteğinde bulunda.
"Acaba Sultanımız Orhan Gazi, eski sözlerinde dururlar, bize merhamet gösterip kaleden gitmemize izin verirler mi ? Karşılığında ne emrederse ödemeye hazırım" diye aman diler.
Müslaman Türklerde "aman" diyen düşmana kılıç kalkmazdı. Yine öyle oldu.
Orhan Gazive silah arkadaşlarışan ve şerefle İzmit'e girdiler. Büyük kilisedeki putları kırdılar ve hep birlikte namaz kıldılar. Allaha şükrettiler.
"Gazanız mübarek olsun Han Kardaşım."
Berhudar ol Alaaddin Paşa Kardaşım. Seni buralara kadar yormamızın sebebi;din ve devlete hizmet için gün,bu gündür.
"Emir buyur Hanım."
"Ağbeyim ve alim bir büyüğüm olarak , Fetih yurtlarında adalet ve güzel idare şarttır. İçimizde bu işleri, senden iyi başaracak kimse bulunmaz. Gayri bizim vezirimiz olmanı dileriz."
"Ferman senindir sultanım. Allah yolunda cihat ettikçe cümlemiz senin emrindeyiz."
Orhan Gazi ferahldı. gözleri uzaklara daldı.
"Vasiyetin yerine geldi Akça Kocam diye fısıldadı."




Sabır göstererek okuduğunuz için teşekkürler. Yeni hikayeler ile devam edeceğiz.








Başlangıç

TAKVİM

Zamanın yüzyıl, yıl, ay, hafta ve gün gibi parçalara bölünüp düzenli bir sırayla gösterildiği çizelgedir.Dünyada en çok Miladi ve Hicri takvimler kullanılır.
Miladi takvim, İsa'nın doğumunu (0) başlangıç olarak alır ve Güneş'e göre hazırlanmıştır. Hicri takvim ise Muhammed'in Mekke'den Medine'ye hicretini başlangıç olarak alır (622) ve Ay'a göre hazırlanmıştır.
Takvimde süreler,güneş ve ay döngüsü gibi bazı astronomik olayların çevrimi ile eşitlendiği gibi hasat zamanı,suların yükselmesi ve çekilmesi gibi doğal olaylar üzerinden de belirlenebilir.Birçok uygarlık ve toplum kendi özel ihtiyaçlarına uygun modelli takvimler geliştirmiştir.
İlk Babil takvimleri kamerî Ay'ı, yani birbirini izleyen iki dolunay arasındaki 29,5 günlük dönemi temel alan bir sistemdi. Bu döngüye göre 365,24199 gün olarak gözlemlenen ortalama güneş yılından daha kısa, 354 günlük bir Ay yılı (kameri yıl) ortaya çıktı. Güneş yılına dayalı takvimi ilk geliştirenler, eski çağ Mısırlıları idi. Mısır'da yaşam Nil taşkınlarının etrafında dönüyordu. Gece göğünün en parlak yıldızı olan Sirius, her yıl Nil'in taştığı zamanlarda, gün doğumundan hemen önce parlamaktaydı. Mısırlılar takvimlerini bu olayla ilgili yapılandırdılar. Mayalar da zaman kaydı tutmakla ilgileniyorlardı ama takvimlerini yıllık bir dönemle ilişkilendirmemişlerdi. Onlar hem geçmişe hem de geleceğe yönelik bir takvim sistemi kurmuşlardı. İlk takvimin Mısırlılar tarafından bulunduğu da söylenmektedir.
Modern takvimlerin temeli ise 8. yüzyılda atıldı. Bu takvimler MÖ 46 yılında Jül Sezar tarafından kullanıma sokulan Jülyen takvimine dönüştü. Jülyen takvimi, son şekline MS 8 civarında, imparator Agustus döneminde kavuştu.

Celali Takvimi ya da Hicri Şemsi takvimi, Güneş yılı esasına göre, Ömer Hayyam başkanlığındaki bir kurul düzenlemiş, Büyük Selçuklu Sultanı Celaliddevlet Melikşah'a sunmuştur. 1079 yılından itibaren uygulanmaya başlanmıştır. 9 Ramazan 471 (Miladi 15 Mart 1079) yılına rastlayan Nevruz yılbaşı olarak, Hicret yılı da başlangıç noktası olarak kabul edilmiştir. Babür İmparatorluğu da bir dönem Celali Takvimi'ni kullanmıştır. Celali Takvimi sadece tarım gibi ekonomik işlerin düzenlenmesinde kullanılmış, normal hayatta Hicri Takvim kullanılmaya devam edilmiştir.
Celali Takvimi'nde 1 yıl, 365 gün 6 saat olarak kabul edilmiştir. Matematiksel kurallar yerine astronomik hesaplar kullandığı için, İlkbahar Ekinoksu başlangıcı tayininde Gregoryen takviminden daha doğrudur.
Asur takvimi M.Ö. 4750 yılında başlayan ay tabanlı bir takvimdir, Asur’da inşaa edilen ilk tapınaktan esinlenilmiştir, özellikle Addi Alkhas, Jean Alkhas ve Nimrod Simono tarafından düzenlenen Asur degisi “Gılgamış’ta” yayınlanan birtakım makaleler baz alınmıştır. Yeni bir yıl Baharı ilk görüşle başlar. Asur yeni yılı halen daha her yıl toplanarak, festivallerle kutlanmaya devam etmektedir. M.S. 2015 yılı, Asurlarda 6765 yılına denk gelmektedir.
Güneş takvimi, Dünya'nın Güneş'e göre dönme ekseninin açısını temel alan bir takvim türüdür.
Yıldızlara göre güneş takvimleri Güneş takvimi, Dünya'nın Güneş'e göre dönme ekseninin açısını temel alan bir takvim türüdür.
Yıldızlara göre güneş takvimleri
Dünyanın konumu sabit yıldızlara göre hesaplanır, sonra güneş herhangi bir zodyak takım yıldızının yakınında bulunduğu zaman belirlenir. Bu tip takvimlere "yıldızlara göre güneş takvimi" denir.
Yıldızlarla ilgili takvimin yılı ortalama olarak bir takvim yılı kabul edilir.
Hint Güneş Takvimi yıldızlara göre güneş takvimine bir örnektir. Genellikle 365 gün 6 saat uzunluğundadır, fakat şimdi ve daha sonra fazladan bir gün ile artık yıl oluşur.
Güneş harici takvimler
Bu takvimler güneş takvimi değildir, islami takvim olan ay takvimini bu kategoriye dahil edebiliriz.
Ay-gün takvimleri hemen hemen güneş takvimleri gibidir, bu takvimlerde tarihler ayın evreleri ile belirlenir.
Dünyanın konumu sabit yıldızlara göre hesaplanır, sonra güneş herhangi bir zodyak takım yıldızının yakınında bulunduğu zaman belirlenir. Bu tip takvimlere "yıldızlara göre güneş takvimi" denir.
Yıldızlarla ilgili takvimin yılı ortalama olarak bir takvim yılı kabul edilir.
Hint Güneş Takvimi yıldızlara göre güneş takvimine bir örnektir. Genellikle 365 gün 6 saat uzunluğundadır, fakat şimdi ve daha sonra fazladan bir gün ile artık yıl oluşur.
Güneş harici takvimler
Bu takvimler güneş takvimi değildir, islami takvim olan ay takvimini bu kategoriye dahil edebiliriz.
Ay-gün takvimleri hemen hemen güneş takvimleri gibidir, bu takvimlerde tarihler ayın evreleri ile belirlenir.
12 Hayvanlı Takvimi Türk kökenli olup Asya'da yaygın olarak kullanılmış Ayrıca Çin'de de kullanılır  takvim, aynı zamanda bir sistemdir.
Miladi takvim ya da Gregoryen takvim, Jülyen takviminin yerine Papa XIII. Gregory tarafından yaptırılan takvim. Milad'ı tarih başlangıcı ve Dünya'nın Güneş etrafındaki dönüş süresi olan 365 gün 6 saatlik zamanı "1 yıl" olarak kabul eder.
Dünyada en yaygın olarak kullanılan takvim olan miladî takvim, senede 10,8 saniye hata oranıyla en güvenilir ve hassas takvimdir.
4 Ekim 1582'de kabul edilmiştir. Değişik tarihlerde önce Avrupa'da daha sonra diğer ülkelerde yayılmıştır.
Gregoryen takvim oluşturulurken Jülyen takvimine 10 gün ilave edilmiştir; 5 Ekim Cuma günü, 15 Ekim Cuma olarak kabul edilmiştir. 1752'de kabul eden ülkeler ise 11 gün ilave etmek durumunda kalmışlardır.
Türkiye Cumhuriyeti'nin miladî takvimi kabulü
Osmanlı İmparatorluğu döneminde, önce Hicrî takvim, sonra da 1 Mart'ı yılbaşı kabul eden Malî takvim kullanılmıştı. Cumhuriyet'in ilanından sonra, Malî 26 Kânun-i Evvel 1341'de (26 Aralık 1925) kabul edilen "Takvimde Tarih Mebdeinin Değiştirilmesi Hakkında Kanun" ve "Günün 24 Saate Taksimi Hakkında Kanun" adlı iki ayrı yasayla 1 Ocak 1926'dan başlayarak Gregoryen takvim benimsendi.
Yılbaşını 1 Ocak olarak alan bu takvimin yanı sıra günü 12 saatlik gündüz ve 12 saat gece dilimlerine ayıran saat sistemi yerine 24 saatlik bir gün kabul edildi.
Hicri Takvim, Ömer'in halifeliği zamanında Hicretten 17 sene sonra, Miladi 639'da,toplanan bir meclis tarafından Ali'nin önerisiyle, Hicretin gerçekleştiği yıl 1 kabul edilerek oluşturulmuştur. Bundan önce yıllar rakamla değil o yıl gerçekleşen önemli olayların isimleriyle anılmakta idi. Örneğin: Fil senesi, Fil senesinden iki sonraki sene, Kabe'nin tamirinin yapıldığı tamir senesi, sel senesi gibi.
Hicri takvim, Hicri Şemsi takvim ve Hicri Kameri takvim olmak üzere ikiye ayrılır.
"Haram ayları" yani hürmet ayları, İslam öncesi Arap toplumunda kullanılan ay adlarına göre savaşmanın yasak kabul edildiği Zilkâde, Zilhicce, Muharrem, Receb aylarıdır. Müslümanlar ayların isimleri için İslam öncesi dönemde kullanılan isimleri kullanmaya devam etmişlerdir. Bunlardan ilk 3'ü ardışık, Recep ise ayrı bir ay idi.
İslam öncesi dönemde Araplar arasında iç savaşlar eksik olmazdı. Yalnız haram aylarda savaş yapılmazdı. Bu aylarda panayırlar kurulur, uzak yakın bölgelerden hacılar büyük bir güvenlik içerisinde bu panayırlara gelir ve tüccar malını hacılara satar, şiir yarışmaları yapılırdı. Eğer bu barış aylarında savaş olursa, yasak çiğnendiği için "Ficâr savaşları" denirdi.
İslam öncesi Arap toplumunda Kameri takvime 3 yılda bir 1 ay eklenerek ayların yerleri sabitlenir, aylar hicri takvimde olduğu gibi yılın mevsimleri arasında dolaşmaz, en fazla 1 aylık oynamalar olurdu. Bu duruma nesi ismi verilirdi. İslam Ansiklopedisi'ne göre nesi uygulaması genel gözlemde olduğu gibi sabit bir takvim oluşturmak amacıyla değil, hac ve hac ile bağlantılı panayırların yılın belirli ve uygun bir mevsiminde icra edilmesi amacını taşımaktaydı.
İslamda da bu anlayış korunmuş ve hac haram aylardan olan Zilhicce ayında yapılmıştır. Kuran'a göre nesi uygulaması haram ayı helal sayıp savaşa ve yağmaya devam edebilmek için yapılan bir hile idi. Ömer zamanında hicri takvime geçilmesi ve nesi uygulamasına da son verilmesi ile İslamda kutsal aylar (recep, şaban, ramazan, muharrem gibi) her yıl 11 gün önce gelerek yılın her mevsimine uğramaktadır.
Kuran'da haram aylardan bahsedilir:
Gökleri ve yeri yarattığı gündeki yazısına göre Allah'ın katında ayların sayısı on ikidir. Bunlardan dördü haram (ay)lardır. İşte doğru din budur. O aylar içinde (konulmuş yasağı çiğneyerek) kendinize zulmetmeyin. (Tevbe suresi, 9/36)
Ey Muhammed! Sana (kutsal) ayı ve o aydaki savaşı sorar­lar; de ki, 'O ayda savaşmak büyük suçtur.' (Bakara suresi, 2/217)
Haram ayları ertelemek, ancak inkarda daha da ileri gitmektir ki bununla inkar edenler saptırılır. Allah'ın haram kıldığı ayların sayısına uygun getirip, böylece Allah'ın haram kıldığını helal kılmak için Haram ayı bir yıl helal, bir yıl haram sayıyorlar. Onların bu çirkin işleri, kendilerine süslenip güzel gösterildi. Allah inkarcı toplumu doğru yola iletmez. (Tevbe Suresi, 9/37)
Hicri takvimde 12 ay bulunmaktadır. Hicri takvimi ayın döngüsüne göre hesaplandığı için, güneş döngüsüne bağlı Miladi takvimden yaklaşık 10 gün kısadır.Bu da yıllar geçtikçe Hicri takvimin farklı mevsimlere rast gelmesine neden olmaktadır. El-Biruni ve El-Mesûdî İslam öncesi Arapların ve Müslümanların aynı ay isimlerini kullandıklarını ifade etmişlerdir.